Skip to main content Skip to search

Haberler

Kara Para ve Gelir Adaletsizliğine Etkisi

Kara Paranın Tanımı

Dünya üzerinde üç çeşit paradan söz etmek mümkündür. Bunlar; beyaz para, gri para ve kara paradır. Örneklerle açıklayacak olursak;

Beyaz para, yasal yollarla elde edilmiş ve kayıt altındaki paradır. En anlaşılır tabiriyle, helal paradır.

Gri para, yasal yollarla elde edilmekle birlikte kayıt dışı olan paradır.

Kara paraysa yasal olmayan yollarla elde edilen paradır ve kayıt dışıdır.

Kara para en genel tanımıyla suçtan elde edilen malvarlığı değerlerinin yasal olmayan kaynağının gizlenmesi amacıyla meşru bir kaynaktan elde edilmiş gelir gibi gösterilmesi yönündeki işlem ve eylemlerdir. Kara paranın ekonomik, sosyal, ahlaki ve hukuki anlamda tanımını yapmak mümkündür.

Sosyal anlamda kara paranın tanımı toplumsal hayata zarar veren her türlü işten elde edilen kazançtır.

Ahlaki anlamda kara para kanunen yasak olup olmamasına bakılmaksızın toplumun ahlaki değerleriyle örtüşmeyen her türlü eylemden elde edilen kazançtır. Bu doğrultuda kara paranın en geniş tanımı ahlaki anlamda kullanılanıdır.

Ekonomik anlamda kara para, kanunen yasaklanmış fiillerin yanı sıra ekonomik düzeni sağlayan kural ve usulleri ihlal ederek kazanılan her türlü kazançtır.

Hukuki anlamda kara paraysa kanunlar ve mevzuat yükümlerince suç sayılmış fiillerden elde edilen kazançlardır.(1)

Kara Paranın Tarihçesi

Kara para ilk başlarda uyuşturucu ticaretinden elde edilen kazanç olarak ele alınmıştır. Daha sonra bu tanıma örgütlü suçlardan elde edilen kazançlar da eklenmiş ve zamanla tüm dünyada ağır suçlardan elde edilen kazanç anlamına gelmiştir.

Kara paranın tarihi paranın tarihi kadar eskidir. Bildiğimiz ilk örnekler üçüncü yüzyılda Avrupalı korsanların yağmadan kazandıkları parayla rahat bir yaşam sürebilecekleri ve kendilerini kabul eden Akdeniz şehirlerine sığınmalarıdır. Dönemin Akdeniz şehir krallıkları günümüz vergi cennetlerine benzemektedir.

Kara para aklama teriminin kökeni ise 1920’li yıllarda ünlü mafya babası Al Capone’un yasadışı işlerden kazandığı parayı aklamak için çamaşırhaneler zinciri kurmasına dayanır.

Türkiye’nin kara parayla tanışması esas olarak 1960’lara, Avrupa’ya doğru yaşanan gurbetçi akınıyla başlamaktadır. Avrupalının yapmak istemediği işlere razı olan Türklerin bir kısmı yasadışı yollara sapmış ve zamanla orada Türk mafyalarını oluşturmuşlardır.

Zamanla Avrupa’daki Türk mafyaları aracılığıyla silah kaçakçılığı, hayali ihracat, döviz-altın kaçakçılığı gibi organize suçlarda artış yaşanmıştır. 

Günümüzde Kara Para

Bugün biz kara paradan bahsederken kara paranın az önce bahsettiğimiz tanımlarından hukuki olanının kullanıldığını görmekteyiz. Kara paranın varlığından bahsedebilmek için öncelikli olarak öncül bir suçun var olması gerekmektedir.

Peki nedir bu öncül suç? Öncül suç, hukuki olarak gelirin elde edilmesini mümkün kılan suçtur. Suç gelirine kaynak teşkil eden bu suçlar, benimsenen yaklaşıma göre mevzuatlarda farklı şekillerde kendine yer bulmaktadır. Örnek vermek gerekirse; Amerika Birleşik Devletleri’nde 300 tane öncül suç vardır. Türkiye’de bir önceki mülga 4208 sayılı kanunda 28 tane öncül suç vardı bugün ise eşik sistemine geçilmiş ve belirli hapis cezası sınırlarını aşan suçlar öncül suç olarak kabul edilmektedir. Yürürlükteki 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasına Dair Kanun’da TCK 282. Maddesine göre asgari altı ay ve daha fazla hapisle cezalandırılması gereken suçlardan elde edilen malvarlıkları, paralar ve faydalar kara para olarak adlandırılmaktadır. Burada önemli olan nokta bir ekonomik değer elde edilmesidir.

Dünya öncül suçu nasıl belirlemiştir?

  • Tüm ağır suçların öncül suç olarak kabulü,
  • Tüm suçların veya belirli kategorideki ağır suçların veya belirli hapis cezası sınırını aşan suçların öncül suç olarak kabulü,
  • Öncül suçların sayma suretiyle belirlenmesi,
  • Karma yaklaşım.(2)

Türkiye’de kara para aklamanın veya aklamaya yardımın yaptırımı 2 yıl ila 5 yıl arası hapis cezası ve adli para cezasıdır. Bugün büyük çaplı kara para aklama işlemleriyle terörizmin finansmanının genelde kesiştiği görülmekte fakat yasalar nezdinde ikisi arasında bağlantı halen tam olarak sağlanamamış durumdadır. Dolayısıyla kara para aklama ve terörizmin finansmanı yasalar nezdinde de birleştirildiğinde ceza oranları da artırılacaktır çünkü burada söz konusu iki suç vardır.

Ülkemizde belki de kara para ve terörizmin finansmanı noktasında en büyük farkındalık PKK’dan sonra FETÖ’yle birlikte oluşmuş durumdadır denilebilir. Son yıllarda MASAK raporları incelendiğinde kara para ve terörizmin finansmanı noktasında yapılan operasyonların büyük çoğunluğunun FETÖ’ye karşı düzenlendiği görülmektedir. İleride değineceğiz; dernekler, vakıflar, uluslararası şirketler ve finansal kuruluşlar yoluyla yurtdışına çokça fon çıkışı sağlanmış ve daha sonra bu fonlar ülke içindeki suç eylemlerinin fonlanması için kullanılmıştır.

Her kara para terörün finansmanı anlamına gelmemektedir çünkü terör örgütleri yasal bir kaynaktan da fon talep edebilmektedirler ama şunu unutmamak gerekir ki kara paranın temel anlamda özü, suçtan kaynaklı bir gelirdir.

Kayıt dışı ekonomi ve kara para arasındaki farktan bahsedecek olursak, kayıt dışı ekonomide amaç vergiden kaçmak ve olabildiğince az vergi ödemektir. Burada kişi veya kurum yasaları doğrudan delerek vergi kaçırmayı hedeflerler. Örnek vermek gerekirse yapılan satışa ilişkin fatura kesilmemesi, eksik veya yanlış beyan verilmesi, mükellefiyet tesis ettirilmeden ticari faaliyette bulunması ve benzeri eylemler yasaları doğrudan delerek vergi kaçırma yöntemleridir. Kara para ise gerekirse vergi ödemeyi göze almaktadır. Kara paranın vergiyle bir sıkıntısı yoktur. Onun amacı peçeleme, gizleme veya parayı asıl kaynağından uzaklaştırarak yasal hâle getirmektir. Bütün maliye sisteminin vergi üzerine kurulduğu Türkiye’de, şüpheli işlem bildirimleri yapmakla yükümlü olan kuruluşların ve meslek mensuplarının kara paranın aklanmasını da sosyal bir olgudan ziyade vergisel yönüyle ele aldıkları MASAK raporlarında sabittir.

Kara paranın küresel ve Türkiye boyutunda hacmine gelindiğinde, dünyada vergi cennetlerinde yıllık yaklaşık 3,5 trilyon dolar paranın aklandığı tahmin edilmektedir. Türkiye’de ise 100 milyar dolar civarında bir paranın aklandığı bunun 50 milyar dolarının uyuşturucu ticaretinden kaynaklandığı ve komisyoncuların %7 komisyon aldığı düşünülmektedir. Her yıl yaklaşık olarak 7 milyar dolar kara para aklama komisyonculuğu dolayısıyla ülkemizde kalmaktadır.

Kara paranın ekonomiye etkisine bakıldığında; sisteme ne zaman girip çıkacağı belli olmayan, sistemde izlenmeyen, konjonktürden bağımsız, istikrarı ve gelir adaletini bozan bir unsur olduğu görülmektedir. Kara para daha çok kayıt dışı ekonomilere yönelir çünkü hareket kabiliyeti buralarda yüksektir. OECD raporlarında kara para aklamanın en az olduğu ülkeler Finlandiya, Norveç, İsveç, Estonya gibi kayıt dışı ekonominin az olduğu ülkelerdir. Türkiye ise hem jeopolitik konumu hem de yüksek kayıt dışı ekonomi dolayısıyla kara para trafiği konusunda da çok kilit bir ülke konumundadır.

Dünyada kara para konusunda bir samimiyet var mıdır? Kanaatimizce ülkeler kara paranın aklanması konusunda samimi değillerdir. Kara para konusunda ABD’de ilk düzenleme 1976 yılında yapılmış daha sonra Birleşmiş Milletler’de, Avrupa Birliği’nde ve benzeri kurumlarda da düzenlemeler yapılmıştır ama bugün baktığımızda dünyanın en gelişmiş ülkeleri dışarıdan gelen paranın kara para olup olmadığıyla ilgilenmemektedirler. İngiltere, Fransa ve son günlerde ülkemizde de yapılan “Varlık Barışı” antlaşmalarıyla yurtdışındaki varlıkları ülkelerine davet etmektedirler ve bu paranın suç geliri olup olmadığıyla ilgilenmemektedirler.

Ülkelerin şeffaflaşması, OECD standartlarına yaklaşmalarından bahsedince akıllara şöyle bir soru gelebilir; ülkeler kara parayı tamamen önlemek isterler mi? Kara paranın tamamen önlenmesi pek mümkün gözükmemektedir çünkü sisteme girmeyen ve kayıt dışı kalan bu parayla devletler; başka ülke veya coğrafyalardaki uluslararası olarak kabul görmemiş müttefik unsurları destekleyebilirler. Sınır dışı veya içinde psikolojik ve asimetrik harekâtlar düzenleyebilirler ve tüm bu faaliyetlerin finansmanını da sisteme girmeyen kara parayla gerçekleştirebilirler.

Kara paranın aklanmasında en sık duyduğumuz ve bir aralar ülke gündemimizde de yer alan vergi cennetleri ve kıyı bankacılığı yöntemidir. Avrupa Birliği son dönemde çokça adayı vergi cenneti ilan etmiştir. Bu adaların özelliği ne diye bakıldığında; söz konusu adalar, çok ciddi sır saklamaktadırlar. Yasal kurumlar çoğunlukla hiçbir koşulda buradaki firmaların, bankadaki mevduat sahiplerinin bilgilerine ulaşamamaktadır. Sadece buralarda değil Avrupa’nın merkezinde İsviçre’de bile bilgi almak aslında çok zordur. Vergi cenneti denilen yerlerde faiz oranları serbest, vergi oranları çok düşük, yasal düzenlemeler yok denecek kadar az, muhasebe ve raporlama standartları yok ve adeta tüm sistem bilgilerin karanlıkta bırakılması üzerine kurulmuş durumdadır.

Vergi cennetlerine örnek vermek gerekirse; Amerikan Samoası, Panama, Cayman Adaları, Jersey Adaları, Virgin Adaları ve benzeri adalar bugün gelişmiş ülkelerin kontrolündedir. Dolayısıyla kara parayla mücadele konusundaki samimiyetsizlik tam olarak buradan başlamaktadır. Dünyanın geri kalanına dayatılmaya çalışılan ve esasında tam anlamıyla uygulanabilse kara para aklama ve terörizmin finansmanını bir noktada çok azaltacak uygulamalar en başta gelişmiş ülkelerin kontrolündeki adalarda göz ardı edilmektedir. Bu göz ardı etme durumu da kontrolün ve paranın kendilerinde olmasından kaynaklanmaktadır.

Kara para aklamanın aşamalarına bakıldığında üç belirgin aşama görülmektedir. Bunlar; Yerleştirme, Ayrıştırma ve Birleştirme aşamalarıdır.

Yerleştirme aşamasında, elde bulunan nakitten kurtulmak ve kaydî paraya çevirmek gerekir. Bu aşama kara paranın tespitinin en kolay ve en az maliyetli olduğu aşamadır. Eğer bu aşama geçilirse, kara paranın izini bulmak da paranın suçla bağlantısını kurmak da oldukça zorlaşacaktır.

İkinci aşama olarak ayrıştırmada, nakit formundan kurtulan para kaynağından olabildiğince uzaklaştırılmaya çalışılır. İşlem sıklığı, hacim, karmaşıklık ve yasal işlemleri benzetilerek denetim mekanizması atlatılmaya çalışılır.

En son birleştirme aşamasındaysa paraya yasal bir görünüm verilerek istenen kaynakta tekrar birleştirilmesi hedeflenir. Mali sisteme dâhil edilmiş ve gelecek bir soruşturma neticesinde paranın kaynağına ilişkin yasal bir görüntü elde edilmeye çalışılır.

Türkiye’de en çok kullanılan yöntemlere bakıldığında; ABD raporlarında Türkiye’de en fazla fiziki kuryelerle yurtdışına para çıkartıldığı görülmektedir. En klasik, basit ve sade yöntem olmasının yanında uygulanması diğer yöntemlere göre daha kolaydır. Fiziki kurye denildiğinde akıllara önce bir bavulla yurtdışına çıkartılan ekonomik değerler gelmektedir lakin Reza Zarrab, ABD’de yargılandığı davada mahkemede verdiği ifadesinde Türkiye’den altınların Dubai’ye ve diğer şehirlere uçakla gittiğini açıklamıştı. Temel olarak bu da fiziki kurye yöntemidir, yalnızca ölçeği çok daha büyüktür. Türkiye’de kullanılan yöntemlerden biri de şirinler dediğimiz yöntemdir. Bu yöntemde para çok küçük meblağlara bölünür ve bir sürü kişi üzerinden yurtdışına çıkartılır. Söz konusu yöntemi ülkemizde kullanan en büyük örgüt FETÖ olmuştur. Yüzbinlerce kişi ve kurum üzerinden yurtdışına; bağış, himmet, yardım adı altında paralar akmıştır.

Bir başka yöntem olarak hayali ihracatlar ülkemizde hâlâ çok yaygındır. Türkiye’de patlak veren hayali ihracat skandalı aslında kara para olayıyla alakalı olarak değil devletten haksız KDV iadesi alınmasıyla ortaya çıkmıştı. Fakat kara para aklamayla ilgili hayali ihracat hâlâ devam etmektedir çünkü en başta da bahsettiğimiz üzere kara para aklayanların çoğunlukla vergiyle ilgili bir sıkıntıları olmamaktadır. Bizim tüm yasalarımızda vergi ön planda olduğu için sistemin içinde bulunan ve aslında işi bu işlemleri tespit etmek olan, muhasebeciler, denetçiler, müfettişler olaya çoğunlukla vergisel yönüyle yaklaşmakta ve işin kara para ticareti yönünü kaçırabilmektedirler. Ülkemizin turizm cenneti olmasından dolayı kara paranın aklanmasında da turizm çok önemli yer almaktadır. Yine örnek vermek gerekirse boş odaların dolu gösterilmesi, yüz dolarlık odaya üç yüz dolarlık fatura kesilmesi gibi eylemlerin incelenmesi gerekmektedir.

Kurumlar arası iş birliğinin artırılması kara para aklanmasını tamamen önlemeyecektir ama çok büyük ölçüde caydırıcı ve zorlaştırıcı olacaktır.

Gelir Dağılımına Etkisi

Kara paranın özellikle gelir kaynaklarında meydana getirdiği ciddi kayıplar, mali sistemin işleyişinde önemli sorunlara neden olmaktadır. Bu ekonomi içerisinde yaygınlaşan hastalık aynı zamanda sosyal yaralara da sebebiyet vermektedir. Belirli kişi ve zümrelerin giderek zenginleşmesi ve özellikle genç nesillerin ahlaki problemlerinin artması, toplumsal etiği dejenere etmekte ve sosyal yönden yozlaşmaya neden olmaktadır. (3)

Kara paranın en zor tespit edilebilen zararlarının başında gelir dağılımına yaptığı olumsuz etki gelmektedir. Gelir kaynaklarında meydana gelen eksilme ve gelir dağılımındaki farklılaşmanın yarattığı olumsuz etkinin ölçümü güç olmakla birlikte, topluma sosyal acıdan verilen zararların da telafisi oldukça zorlaşmaktadır. Gelir dağılımı açısından bireyler arasında oluşan uçurum, suç işlemeye eğilimi artırmakta ve kara parayı daha cazip hale getirmektedir.

Kara paranın yoğun olduğu ekonomilerde aklayıcılar yasal bir şekilde gelir elde eden bireylere nazaran çok hızlı bir şekilde zenginleşecektir. Suç örgütleri elde ettikleri büyük gelirler sayesinde kendi üyelerine dağıtmakta oldukları büyük miktardaki haksız kazançlarla suça bulaşmayan ve yasal sistem içerisinde gelir elde eden bireylerin kazançlarına oranla daha fazla gelir elde edecektir.(4) Ayrıca kara para rekabeti olumsuz etkilediğinden, kayıt altındaki sektörde faaliyet gösterenler bir nevi cezalandırılmış olmaktadır. Kayıt dışı ekonomilerde vergi kaçakçılığı yaygın olduğundan resmi sektörde faaliyet gösterenlerin vergi yükü artmakta ve gelir dağılımı olumsuz etkilenmektedir.(5)

Sonuç ve Öneriler

Küreselleşmenin etkisiyle ülkelerarası sınırlar kalkmış ve kara para aklama faaliyetleri daha geniş bir alana yayılmıştır. Bu faaliyetler ülke ekonomilerine zarar vermekte ve önemli maliyetlere neden olmaktadırlar. Gelişen teknoloji kara para aklama faaliyetlerinin yapısını değiştirerek geleneksel kara para aklama yöntemlerine yenilerini eklemiştir. İnternetin yoğun kullanımı, borsadaki faaliyetler, elektronik para ve akıllı kartların yaygınlaşması, kara para aklayıcılarına yeni yöntemler ve yeni aklama imkânları sağlayarak, gelirin bölgeler arası geçişini kolaylaştırmakla kalmamış, denetim faaliyetlerinin de etkisiz hale gelmesine neden olmuştur.

Kara paranın ekonomi üzerindeki etkisi, söz konusu alanın her alt kademesine yayılmıştır. Kara paranın istihdam, rekabet, vergi gelirleri, para talebi, gelir dağılımı, büyüme oranı ve mali kurumlar üzerinde olumsuz sonuçları bulunmaktadır. Kaldı ki ekonomik unsurların birbirleriyle olan bağlantılarından dolayı, sadece para talebinde yahut sadece gelir dağılımında yaşanabilecek bir olumsuzluk dahi, geri kalan tüm ekonomik aktörleri olumsuz etkilemeye yetmektedir. Finansal piyasalarda yaşanan bu olumsuzlar, ülke ekonomilerine duyulan güveni azaltmakta ve bu durum ekonomik etkilerin yanı sıra sosyal yapı üzerinde de negatif sonuçlara sebebiyet vermektedir.

Kara para aklamayla mücadelede devletlerin uluslararası iş birliğinden yana olması gerekir. Az sayıda ülkenin gayretini bu alanda göstermesi kara parayı, mücadelesi zayıf ülkelere yönlendirmekte ancak mevcut sistem içerisinde yaşanan olumsuzluklardan tüm ülkeler etkilenmektedir. Burada yapılması gereken; ülke yasalarının birbirleriyle uyumlu hale getirilmesi, yeni gelişmelere karşın sürekli iletişim kanallarının açık olması ve uluslararası kuruluşlar nezdinde mücadeleye yönelik stratejiler geliştirilmesidir. Öte yandan, kara para ile mücadelede bankalara da önemli sorumluluklar düşmektedir. Kara paranın çoğunlukla on-line işlemlere yönelmiş olması, bankacılık iş ve işlemlerinin yakından takip edilmesini gerekli kılmaktadır. Bankaların şüpheli durumlarda gerekli yasal prosedürün derhal uygulanması için tetikte olması mücadelenin başarısı acısından önemlidir. Bankaların sistemlerini güvenilir ve açık bulunmayan bir sanal alan olarak kurgulamaları da elzem bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu kapsamda hükûmetlerin, uluslararası kuruluşların ve sivil toplum örgütlerinin topyekûn kara para ile mücadeleleri önemlidir. Teknolojik gelişmeler sadece aklayıcılara fırsatlar sunmamalı, kara para ile mücadelede de teknolojik imkânlardan yararlanılmalıdır. Yürürlükteki mevzuat, kara para aklamada kullanılan yeni yöntemlerin de önüne geçebilecek şekilde dinamik tutulmalı ve süreç yakından takip edilmelidir. Bununla beraber cezaların caydırıcılığı ön plana çıkarılmalı ve denetim sureci daha etkin hale getirilmelidir. Alınacak önlemler sayesinde kara para aklamanın cazibesinin azalacağı ve bu durumun hem sosyal hem de ekonomik açıdan büyük faydalar sağlayacağı değerlendirilmektedir. 

– Karaal, H. (2008), ”Suç Ekonomisi ve Karapara Aklama”, Yolsuzluk Ekonomisi ve Yolsuzlukla
Mücadele, Ed. İzzettin Önder, Mehmet Karakaş, Murat Çak, Ankara, TOBB Yayınları,
– Mavral, U. (2001), “Kara Para; Kayıt Dışı Ekonomi İlişkisi ve Türkiye Yansımaları”, Birinci Basım, Ankara: Maliye Hukuk Yayınları.
– Özdemir, M. (1999), “Kara Para Aklama Faaliyetleri ve Önlemler”, Ankara: T.C. Merkez Bankası Yayınları.
– T.C. Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu ve Türkiye Bankalar Birliği (2003), “Karaparanın Aklanması Suçu ile Mücadele ve Bankaların Yükümlülükleri”, Yayın No: 235, İstanbul
– T.C. Hazine ve Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı, “Faaliyet Raporu 2019”
– https://www.hmb.gov.tr/aklama-sucu-genel-bilgi, son erişim tarihi: 03.03.2021
(1) Türkiye Bankalar Birliği, 2003, s. 8.
(2) https://www.hmb.gov.tr/aklama-sucu-genel-bilgi
(3) Özdemir, 1999, s. 32.
(4) Karaal, 2008, s. 114.
(5) Mavral, 2001, s. 301.

Read more

İşletmelerde Çalışan Hileleri

Hata ve hile arasındaki en temel fark “kasıt”tır. Hata, bilerek veya kasıtlı olarak yapılmayan yanlışlıklardır. Hileyse, kasıtlı olarak belirli bir planlama ve amaç çerçevesinde gerçekleştirilen hukuka aykırı fiillerdir.

Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da hile ve hırsızlık arasındaki farktır. Hırsızlık bir şeyi almak için fiziksel güç uygulanmasıyken, hileyse insanları ve sistemleri kandırmaya dayalı uzun soluklu bir süreçtir. Yarattığı etki bakımından hırsızlık toplum nezdinde daha büyük infial yaratsa da verdiği zarara bakılacak olursa hile, hırsızlığa kıyasla çok daha fazla ekonomik ve sosyal zarar vermektedir.

Günümüzde çalışanları hile yapmaya iten çok sayıda sebep bulunmaktadır. Bir kişinin işletmeyi dolandırmasına neden olacak çeşitli motivasyonlar olabilir. Lakin bazı koşulların oluşması hile yapılmasını neredeyse kaçınılmaz bir hâle getirmektedir. Bu koşulları “Hile Üçgeni” dediğimiz bir görselle anlatmak daha kolay olacaktır. 

Kaynak: ERTAN Mertcan, “Stok Hata – Hileleri ve Önlenmesine Yönelik Çözümler”, Platanus Publishing, Mayıs 2020, s. 23.

Hilekârları hileye iten baskı unsurları kişiden kişiye değişkenlik göstermektedir. Birkaç örnekle açıklamak gerekirse; işletme kârlılığının çeşitli sebeplerle kötüye gitmesi, işletme yöneticilerinin kârlılıktan prim veya terfi almaları, kişisel ihtiyaçlar, işletmenin çalışanların beklentilerini karşılayamaması (maaş, hak ettiği değeri görememe vb.), ulaşılması güç hedefler belirlenmesi ve daha bir sürü neden işletmede baskı unsuru oluşmasına sebep olmaktadır.

Fırsat unsuru; hileyi yapma, gizleme ve ceza almaktan kurtulma durumlarının mümkün olduğu koşullarda ortaya çıkar. İşletmede iç kontrol sisteminin ve denetimin eksikliği, suçluların az cezayla veya cezasız bırakılması, bilgiye erişim kapasitesinin yetersizliği, ilgisizlik gibi unsurların varlığı hileye fırsat tanımaktadır. Yukarıdaki eksiklikler arasında belki de en önemlisi iç kontrol sistemidir. Düzgün ve çalışan bir iç kontrol sisteminin var olması hilenin önüne önemli ölçüde geçmektedir.

Her hilekâr yaptığı hileyi kendince haklı gösterme çabası içerisindedir. Bu aşamada hile yapan kişi kendini ikna etmeye ve vicdani olarak rahatlamaya çalışmaktadır. Haklı gösterme unsurları arasında az maaş aldığını düşünmek, hak ettiği değeri görememek, borç aldığını veya işletme için çok önemsiz bir tutar aldığını düşünmek gibi sebepleri saymak mümkündür.

İşletmeler için çalışan hilelerinin önüne geçilmesi kritik öneme sahiptir. Bu bağlamda hilenin “fırsat” ayağı kontrol altına alınmalıdır çünkü “baskı” ve “haklı gösterme” unsurları olmasa dahi işletme koşullarının uygunluğundan dolayı çalışanlar hileye başvurabilmektedir. Bu gerçeğin göz ardı edilmemesi ve yöneticilerin bu konuda bilinçli olmaları gerekmektedir.

Hilenin, kaynağını gizlemesi ve ilk etapta çok büyük etkilerinin olmamasından dolayı tespiti diğer suçlara göre daha zordur. Ayrıca işletmedeki düzensizliğin tespiti yapılsa dahi bunun hatadan mı yoksa hileden mi kaynaklandığını anlamak da pek kolay olmamaktadır. İşletmelerde hilenin ortaya çıkarılması, bazı belirtilerin veya göstergelerin yani kırmızı bayrakların varlığıyla başlar. -Hile ile ilgili belirtiler çok fazla olmakla birlikte bu makalede yalnızca çalışan hileleri konu alındığı için çalışan hilelerini ilgilendiren belirtiler anlatılacaktır.-

Çalışanlar ile ilgili belirtilere örnek vermek gerekirse;

  • Önemli miktarda kişisel borç ve kredi sorunları
  • Suiistimale açık birimlerde yüksek çalışan devir hızı
  • Yıllık izin veya hastalık izni kullanmayan çalışanlar
  • Hileye açık alanlarda görevlerin ayrılığı ilkesinin uygulanmıyor olması
  • Altında çalışan insanlardan borç alan kişiler
  • Uyuşturucu, kumar, alkol vb. kötü alışkanlıklara sahip olan çalışanlar
  • Çabuk sinirlenmek ve agresiflik belirtileri
  • Üzerinde olağanın dışında fazla para taşıyan çalışanlar (1)

Bu belirtilerden bir veya birkaçını gösteren çalışanlara özel olarak dikkat edilmeli ve gözlem altına alınmalıdır. Zira hile konusunu çalışan tek başına gerçekleştirebileceği gibi çalışanlardan birkaçının organize şekilde yürüttüğü bir süreç olması da mümkündür.

Sonuç olarak hile konusu her işletme için çok büyük önem arz etmektedir. Bir hileyi daha meydana gelmeden önlemek, hileyi yapıldıktan sonra tespit etmekten daha ucuzdur. Ayrıca hile gerçekleştikten sonra ortaya çıkarılması daha zor, uğraştırıcı ve zaman istemektedir. Hilenin işletmeye ekonomik zararlarının yanı sıra zaman, emek, yasal cezalar, güven unsurunun zedelenmesi gibi parasal olmayan başka zararları da söz konusudur.

İşletme daima hile yapılacakmış gibi iç denetimlerine devam etmeli, iç kontrol sistemini kurmalı ve çalışır halde tutmalı, kurum içinde dayanışmaya dayalı, dürüst ve açık bir kültür oluşturmalıdır. Söz konusu kültürün oluşmasıyla, uygulanan maddi önlemler daha da işlevsellik kazanacak ve hilenin gerçekleşmesi zorlaşacaktır.

Read more

Siyasi Partilerin Vergilendirilmesi

Bir ülkede demokrasiden bahsedebilmek için temel olarak iki unsurun varlığı olması gerekir. Bu iki unsur, muhalefetin örgütlenebilmesi ve iktidarın el değiştirebilmesi olarak açıklanabilir.

Siyasi partilerin varlığı ve hukuka uygun bir seçim sisteminin olması ülkenin demokratik ortamının olmazsa olmazlarındandır. Bu bağlamda siyasi partilerin iktidara gelebilmek için katlandıkları birçok gider kalemi bulunmaktadır. Binalar, yapılan mitingler için kullanılan taşıtlar, afişler, personel giderleri, reklam, elektrik, su, doğalgaz gibi söz konusu giderleri daha da çeşitlendirmek mümkündür.

Bu giderlerin karşılanması için de siyasi partilerin gelirlere ihtiyacı vardır. Siyasi Partiler Kanuna göre siyasi partilerin ticari faaliyette bulunmaları kredi ve borç almaları yasak olduğuna göre bu gelirler nerelerden sağlanacaktır? Sağlanan gelirler neticesinde vergi yükümlülüğü doğacak mıdır?

Yazımızda bu sorulara cevap arayacağız.

Siyasi partilerin gelirleri her şeyden önce amaçlarına aykırı olamaz. Ayrıca siyasi partilerin elde edebilecekleri gelirler Siyasi Partiler Kanunu Madde 61’de sıralanmıştır. Buna göre siyasi partiler;

  1. Parti üyelerinden alınacak giriş aidatı ile üyelik aidatı,
  2. Partili milletvekillerinden alınacak milletvekilliği aidatı,
  3. Milletvekili, belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği ve il genel meclis üyeliği aday adaylarından alınacak özel aidat,
  4. Parti bayrağı, flaması, rozeti ve benzeri rumuzların satışından sağlanacak gelirler,
  5. Parti yayınlarının satış bedelleri,
  6. Üye kimlik kartlarının ve parti defter, makbuz ve kâğıtlarının sağlanması karşılığında alınacak paralar,
  7. Partice tertiplenen balo, eğlence ve konser faaliyetlerinden sağlanacak gelirler,
  8. Parti mal varlığından elde edilecek gelirler,
  9. Bağışlar.
  10. Devletçe yapılan yardımlar haricinde gelir elde edemezler.

Bir siyasi partinin bütün gelirleri, o siyasi partinin tüzel kişiliği adına elde edilir. Bağış veya bağışların, bağışta bulunana veya yetkili temsilcisine veya vekiline ait olduğunun parti tarafından verilen makbuzda açıkça belirtilmesi gerekir. Böyle bir belgeye dayanılmaksızın siyasi partilerce bağış kabul edilemez.

Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, işçi ve işveren sendikaları ile bunların üst kuruluşları, dernekler, vakıflar ve kooperatifler, özel kanunlarında yer alan hükümlere uymak koşuluyla siyasi partilere maddi yardım ve bağışta bulunabilirler. Ancak yukarıda belirtilenler dışında bulunan gerçek ve tüzel kişilerin her birinin aynı yıl içinde siyasi partilere yapabilecekleri ayni ve nakdi bağış miktarı her yıl belirlenmekte olup; (2020 yılı için 66.800,00₺) bu tutarın üstünde bağışta bulunamazlar.

Siyasi partilerin gelirlerinin ve/veya giderlerinin yasada öngörüldüğü usule uygun olmayan şekillerde elde edilmesi durumunda; Anayasa Mahkemesi denetimi sonucunda söz konusu siyasi partinin yasaya uymayan gelir ve giderleri Hazineye gelir kaydedilir.

Kanunda açıkça belirtilen kişiler haricinde yasa hükümlerine aykırı olarak bağış kabul ettiği, mal veya gelir edindiği Anayasa Mahkemesince tespit edilen siyasi partilerin, bu yolla elde ettikleri gelirlerin tamamının, Hazineye irat kaydedilmesine, taşınmaz malların ise Hazine adına tapuya tesciline karar verilir.

Örneklendirmek gerekirse siyasi partilere kredi ve borç verilmesi durumunda kredi ve borca Hazine tarafından el konur ve borç verenlere karşı Hazine hiçbir yükümlülük altında girmez. Usulsüz gelir sağlanması durumunda gelirler, belgesiz gider yapılması durumunda da gider miktarınca parti mal varlığı Hazineye irat kaydedilir. Eğer siyasi parti gelir elde etmek amacıyla bir taşınmaza sahip olursa yine Anayasa Mahkemesinin kararıyla ve bu Mahkemenin göstereceği süre içerisinde bu malların paraya çevrilmesi yoluna gidilir.

Kimlerin bağışta bulunamayacağı ise aynı Kanunun 66. maddesinde “Genel ve katma bütçeli dairelerle mahalli idareler ve muhtarlıklar, kamu iktisadi teşebbüsleri, özel kanunla veya özel kanunla verilen yetkiye dayanılarak kurulmuş bankalar ve diğer kuruluşlar, kamu iktisadi teşebbüsü sayılmamakla beraber ödenmiş sermayesinin bir kısmı Devlete veya bu fıkrada adı geçen kurum, idare, teşebbüs, banka veya kuruluşlara ait müesseseler, siyasi partilere hiçbir suretle taşınır veya taşınmaz mal veya nakit veya haklar bağışlayamaz ve bu gibi mal veya hakların kullanılmasını bedelsiz olarak bırakamazlar; bağlı oldukları kanun hükümleri dışında siyasi partilere ayni hakların devrine dair tasarruflarda bulunamazlar.” düzenlenmiştir.

Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer husus ise siyasi partilerin yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan, Türk uyrukluğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden herhangi bir suretle ayni veya nakdi yardım ve bağış alamayacağıdır.

Ayrıca Anayasa Mahkemesinin 2004/107 esas ve 2007/44 sayılı kararında yazdığı üzere dernek ve vakıfların yurtdışından yardım alabileceği ve bu yardımları siyasi partilere aktarmasının mümkün olduğu düşüncesiyle derneklerin siyasi partilere bağış yapmaları yasaklanmıştır.

Siyasi partilerin giderleri de gelirleriyle aynı usul ve esaslara tabi olmakla beraber, yapılacak harcama ve giderlerin yetkili organ veya merciin kararına dayanması şarttır.

Siyasi partiler tüzel kişiliğe sahip olduklarından gelir mergisi mükellefi olamayacaklardır ve siyasi partilere vergi kanunları açısından derneklerle aynı hükümler uygulanacaktır. Ticaret, kredi ve borç alma-verme yasakları dolayısıyla kurumlar vergisi mükellefiyetinden bahsetmek de anlamsız olacaktır. Şöyle ki siyasi partiler kendilerine ait bir iktisadi işletme kurdukları durumda bunlara ait iktisadi işletme mükellefiyete haiz olacaktır.

Siyasi partiler, amaçlarını gerçekleştirmek için ilgili kanunun 61. maddesinin “h” bendinde yazdığı üzere parti mal varlığından elde edilecek gelir elde edebilirler. Yalnız parti mal varlığından elde edilen gelirler surette vergi, resim ve harca tabidir. Parti mal varlığını; gayrimenkuller, araçlar, faiz gelirleri gibi çeşitlendirmek mümkündür.

Siyasi partiler gayrimenkullerini Gelir Vergisi Kanununun 94. maddesinde sayılan kamu idare ve müesseseleri, iktisadi kamu müesseseleri, sair kurumlar, ticaret şirketleri, iş ortaklıkları, dernekler, vakıflar, dernek ve vakıfların iktisadi işletmeleri, kooperatifler, yatırım fonu yönetenler, gerçek gelirlerini beyan etmeye mecbur olan ticaret ve serbest meslek erbabı, zirai kazançlarını bilanço veya zirai işletme hesabı esasına göre tespit eden çiftçilere kiralamaları durumunda tevkifat yapmaya mecburdurlar. Söz konusu tevkifat nihai vergilendirme olup başkaca bir vergi kesintisine veya mükellefiyete gerek bulunmamaktadır.

Yukarıda sayılan kişiler hariç başkalarına kiraya vermeleri durumunda ise gelir vergisi tevkifatı yapılamayacağından ötürü kurumlar vergisi mükellefiyetinin tesis edilmesi gerekecektir. Kurumlar vergisi mükellefiyeti siyasi partiye değil, oluşan iktisadi işletmeye ait olacaktır.

Katma Değer Vergisi Kanunu açısından bakılacak olursa, siyasi partilerin yurtdışından mal veya hizmet ithal etmeleri durumunda bu işlemlere ilişkin KDV’yi beyan edip ödemek durumundadırlar.

Kiraya verilen gayrimenkullerde kurumlar vergisi mükellefiyetinin oluşmasıyla birlikte bir iktisadi işletmeden bahsedebilmek mümkün olacağı için, söz konusu kiralama işlemi de KDV’ye tabi olacaktır.

Siyasi partilerde çalışanlar açısından ücret sayılan ödemeler yine Gelir Vergisi Kanunundaki oranlar uyarınca gelir vergisi tevkifatı yapılmalı ve ödenmelidir.

Sonuç olarak; günümüz koşullarında siyasi partilerin vergisel yükümlülüklerinde mevzuat açısından karışıklık bulunmakla birlikte genel olarak derneklerle aynı şekilde hüküm altına alındıkları görülmektedir.

Mevzuatın karışıklığı ve Siyasi Partiler Kanununun parti yetkililerine yüklediği ciddi sorumluluk dolayısıyla siyasi partilerin vergilendirilmesi konusu son derece önem arz etmektedir.

Read more

Ücret Gelirlerinde Döviz İstisnası Uygulaması

Çifte vergilendirme tek bir vergi konusu üzerinden birden çok kez vergi alınması anlamına gelmektedir. Tek vergi konusu üzerinden birden fazla vergi alınması bazen farklı otoritelerce yapılabileceği gibi aynı otorite tarafından da yapılabilir. Bu yazımızda konumuz gereği farklı otoritelerce yani devletlerce yapılan vergilendirmeleri ve istisnaları inceleyeceğiz.

Bir mükellef yaşadığı ve/veya vatandaşı ülke haricinde başka bir ülkeden gelir sağladığında çifte vergilendirme ortaya çıkabilmektedir. Keza mükellef önce geliri kazandığı ülkede vergilendirecek daha sonra vergilendirilmiş geliri kendi ülkesine getirdiğinde vergilendirilebilecektir. İşte bu duruma literatürde çifte vergilendirme denilmektedir.

Bugün geldiğimiz noktada ülkeler kendi aralarında çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmaları yaparak mükelleflerin haklarını korumaya çalışmaktadır. Bu anlaşmaların bir diğer yanı ise karşılıklı bilgi paylaşımının yapılmasının önünün açılmasıdır. Türkiye, Finansal Hesap Bilgilerinin Otomatik Değişimine İlişkin Çok Taraflı Yetkili Makam Anlaşması gereği anlaşmaya taraf ülkelerde yaşayan Türkiye mukimlerinin bilgilerine otomatik olarak erişebilecek ve yurtdışı mukimi olup Türkiye’de hesapları olanların da bilgilerini paylaşacaktır.

Bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi yurtdışında gelir elde edip Türkiye’ye getiren vatandaşların vergilendirilmeleriyle ilgili birçok soruyu gündeme getirmektedir.

Yurtdışında kazandığımız her para istisna kapsamında mıdır?

İstisna kapsamına girmesi için bu gelirlerin nasıl kazanılmış olması gerekmektedir?

193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 1. maddesinde, “Gerçek kişilerin gelirleri gelir vergisine tabidir. Gelir bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği kazanç ve iratların safi tutarıdır.” denilmiş, aynı Kanunun 3 üncü maddesinde ise “Aşağıda yazılı gerçek kişiler Türkiye içinde ve dışında elde ettikleri kazanç ve iratların tamamı üzerinden vergilendirilirler:

  1. Türkiye’de yerleşmiş olanlar;
  2. Resmi daire ve müesseselere veya merkezi Türkiye’de bulunan teşekkül ve teşebbüslere bağlı olup adı geçen daire, müessese, teşekkül ve teşebbüslerin işleri dolayısıyla yabancı memleketlerde oturan Türk vatandaşları (Bu gibilerden, bulundukları memleketlerde elde ettikleri kazanç ve iratları dolayısıyla Gelir Vergisi’ne veya benzeri bir vergiye tabi tutulmuş bulunanlar, mezkur kazanç ve iratları üzerinden ayrıca vergilendirilmezler.)” hükmüne yer verilmiştir.

Öte yandan, aynı Kanunun 4. maddesinde de ikametgâhı Türkiye’de bulunanlar ile bir takvim yılı içinde Türkiye’de devamlı olarak altı aydan fazla oturanların Türkiye’de yerleşmiş sayılacağı hükme bağlanmıştır.

Türkiye’de yerleşmiş olanlardan (veya yerleşmiş sayılan) ücretlerini döviz ile kazanan serbest meslek erbapları için durum nasıl olacaktır?

Yine Gelir Vergisi Kanununun 23. maddesinin 14 numaralı bendinde, kanuni ve iş merkezi Türkiye’de bulunmayan dar mükellefiyete tabi işverenlerin yanında çalışan hizmet erbabına, işverenin Türkiye dışında elde ettiği kazançları üzerinden döviz olarak ödediği ücretlerin gelir vergisinden istisna edileceği hüküm altına alınmıştır.

147 Seri No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliğinin “Kanuni ve İş Merkezi Türkiye’de Olmayan Dar Mükellefiyete Tabi İşverenlerce Hizmet Erbabına Döviz Olarak Ödenen Ücretler” başlıklı 1-c bölümünde;

İstisna hükmünün uygulanmasında, aşağıdaki hususlara dikkat edilecektir.

– İşveren sıfatıyla ücret ödemesinde bulunan kurumların, Türkiye’de herhangi bir kanuni merkezinin veya iş merkezinin bulunmaması gerekir. Türkiye’de kanuni ve iş merkezi olmayan kurumların ise tam mükellef oldukları devlette hangi statüyü taşıdıkları, tüzel kişiliklerinin bulunup bulunmadığı herhangi bir iktisadi işletmelerinin varlığı ya da yokluğu önem taşımayacaktır.

– Türkiye’de hizmet arzeden gerçek kişinin işveren sıfatıyla bağlı olduğu dar mükellef kurum, söz konusu kişiye döviz olarak ödediği ücretleri, doğrudan doğruya yurt dışında elde ettiği gelirinden ayırıp vermeli, hiçbir zaman için Türkiye’de elde ettiği kazanç ile ilgilendirmemelidir. Bu çerçevede hizmet erbabının Türkiye’de tam mükellef veya dar mükellef statüsünü taşıması hiçbir önem taşımayacaktır. Ödeme, yurt dışında elde edilen gelir üzerinden yapılacağı için, Türkiye’deki faaliyetler nedeniyle bu ücretler Gelir Vergisi Kanununun 40 ıncı maddesi hükmüne göre gider olarak dikkate alınmayacaktır…” açıklamaları yer almıştır.

Buna göre, kanuni ve iş merkezi Türkiye’de bulunmayan dar mükellefiyete tabi işverenlerin yanında çalışan hizmet erbabına ödenen ücretlere istisna uygulanabilmesi için;

  1. Türkiye’de hizmet arz eden gerçek kişinin bağlı olduğu işverenin dar mükellef kurum olması, bu kurumun da Türkiye’de hiçbir şekilde kazanç elde edecek şekilde faaliyette bulunmaması,
  2. Dar mükellef kurumda çalışan kişinin hizmet erbabı ve yapılan ödemenin de ücret niteliğinde olması,
  3. Dar mükellef kurumun Türkiye’deki personeline yapılacak ödemenin bu kurumun yurtdışı kazançlarından karşılanması,
  4. Ücretin döviz olarak ödenmesi,
  5. Ödenen ücretin dar mükellef kurumun Türkiye’deki hesaplarına gider olarak kaydedilmemesi,

şartlarının bir arada bulunması gerekmektedir.

Yukarıdaki koşulların bir veya birden fazlasını ihlal eden hizmet erbaplarının 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun “Tevkifata tabi olmayan ücretler” başlıklı 95. maddesi uyarınca ücret gelirlerini yıllık beyanname vererek beyan etmeleri ve vergilerini ödemeleri gerekmektedir.

Yazının başında bahsetmiş olduğumuz Türkiye, Finansal Hesap Bilgilerinin Otomatik Değişimine İlişkin Çok Taraflı Yetkili Makam Anlaşması gereği 2020 yılında bilgi alınacak ve gönderilecek ülkelerin listesi aşağıda yer almaktadır.

Anlaşmaya taraf ülkelerden gelir elde eden veya burada hesapları bulunan Türkiye mukimlerinin daha sonraları inceleme veya ağır tarhiyatlarla karşılaşmamaları için elde ettikleri ücret gelirlerinin (döviz) istisna kapsamında olup olmadığını kontrol etmeleri gerekmektedir.

Söz konusu anlaşmanın uygulanmasıyla birlikte vergi kayıp ve kaçaklarının önüne geçilmesi ve anlaşmaya taraf olan ülkelerin hakkının korunması planlanmaktadır.

Read more

Kitabım Satışta!

Yönetici ve çalışan hilelerini ve nasıl önlenebileceğine dair çözümleri yazdığım “Stok Hata – Hileleri ve Önlenmesine Yönelik Çözümler” isimli kitabım satışta. İstifade etmek isteyen herkese faydalı olması dileğiyle

Read more